Yoğun bir günün ardından bedenimi ve ruhumu dinlendirdikten sonra, televizyonu açtım. Yaşam koçu-Sosyolog Dr. Şaban Kızıldağ’ın konuk olduğu bir programa denk geldim. Programda, toplumumuz tarafından dizilerin neden bu kadar ilgi gördüğü sorgulanıyordu. Programcı, Kızıldağ’a, ülkemizde insanlar bu kadar az okurken neden bu kadar çok televizyon seyrediyor? Diye sordu. Kızıldağ’ın yanıtının giriş cümlesi şöyleydi; “Çünkü biz toplum olarak içimizdeki çocuğu öldürmüşüz.” Ardından bir sosyolog bilinciyle bunun açılımını yaptı.
Ben de bu konuları gündeminden düşürmeyen bir Yazar-Yaşam Koçu olarak, Kızıldağ’ın tespitine katılıyorum. Evet, toplum olarak içindeki çocuğu öldürenler çoğunlukta. Öyle sanıyorum ki pek çok mevzuda olduğu gibi ikili ilişkilerde de yaşadığımız pek çok sorunun temelinde bu yatıyor.
Hal böyle olunca çağın hastalığına geçit vermiş oluyoruz; kendimize ve başkalarına YABANCILAŞMA…
Böylelikle hayatımızdaki özel insanların sayısı giderek azalıyor, kalıcı dostlukların insanı olamıyor, tüm ilişkilerimizi dışımızla yani yüzeysel yaşıyoruz. Bu yüzden yaşamda derinleşemiyoruz. Daha da vahimi, içimizdeki çocuğu öldürünce sevgiden, aşktan, tutkudan, romantizmden ve bunların temelindeki paylaşma ve dayanışmadan uzak bencilce yaşamlara düşüyor insan. Bunun sonucunda ise kendimizi gerçekleştirememe, hayallerimizin peşinden gidememe, tam aksine bize çizilen sınırlara sıkışıp kalıyoruz.
Bir başka programda, tanınmış bir oyuncu, kendisiyle yapılan söyleşide önemli bir noktaya değinerek, çocukluktan itibaren manevi dünyası doyurulmadan, sevgisiz ve üstelik her türlü şiddetle örselenerek yetişen , sevmek ve sevilmek duygusunda sağlıklı olamayacağının altını çizdi ve ekledi; Bizde bu şekilde yetişen erkekler güçlü kadınlardan hoşlanmaz…
Bu kimilerince tartışmaya açık bir cümle olmakla birlikte, karşı cinsle yaşamı paylaşma noktasında sıkıntılı bir toplum olduğumuzu kabul etmeliyiz.
Bana sorarsanız, karşı cinsle ortak yaşamı deneyimlerken, rehberliği içimizdeki çocuğa bırakmalıyız. Bir ilişkiye taşınırken, dışımızla birlikte içimizi de almalı yanımıza. İçimizdeki çocuğun elinden tutup, neyimiz var neyimiz yok katmalıyız beraberliğimize. Sevdiğimiz insanın da içinde bir çocuk var mı? Önce ona bakmalı. Önce içimizdeki çocuklar tanışsın, onlar birbirini sevsin, birlikte çoğalsın, birlikte özgürleşsin. Buna özen göstermeliyiz.
Öğretilmiş kadınlığın/erkekliğin/ilişkilerin ters yönünde birlikte akmalı kısacası.
Eğer, “gerçek sevgi koşulsuzdur ve her türlü egemenliği reddeder” diyorsak, eğer “aşk sadece özgür insanların yüreklerinde çoğalır,” inancındaysak, birlikte olduğumuz insan da en az bizim kadar özgür olmalı. Bedeni, ruhu, düşünceleri ve yaşam biçiminin tek belirleyeni kendi olmalı. Zira sadece özgür bireyler SAF SEVGİyi tecrübe edebilir.
“İki insan birbirini ancak, her biri kendi başına yaşayacak güçte olup da birlikte yaşamayı seçtikleri zaman sevebilirler.” Demiş Morgan Scottpeck.
Ancak böylesi bir sevgi, başarılı, sağlıklı ve doyumlu bir yaşamın temelini oluşturabilir. Bu da bir bilinç seviyesi ve kültür düzeyidir elbette.
SEVGİye sevgili olabilmek, her anlamda gelişmiş olmayı gerektiriyor. Aşka taşınırken, dışıyla beraber içini de getiren, ilişkisine her şeyini katık edip zenginleştiren, birlikte derinleşen, birbirini mülkleştirip, eksiltmeyen, aksine birlikte çoğalan, zarif, aşka aşık insanları-beraberlikleri çoğaltmalı.
“Biz toplum olarak içimizdeki çocuğu öldürmüşüz.” Kendi adıma parmak kaldırıyor ve itiraz ediyorum. Hayat rehberim içimdeki çocuk olmuştur ve her daim olmaya devam edecek…
Bugün kaç yaşında olursanız olun. Her birinizin içinde beş yaşında bir kız yada bir erkek çocuğu var. İçinizdeki çocuğu fark edin ve onu olduğu gibi kabul edip, sevin.
Kurtulursak, SEVGİyle kurtuluruz…
SİZİ SEVİYORUM