HABER MERKEZİ
İstanbul’un eşsiz sembollerinden biri olan Galata Kulesi hem yerli hem yabancı turistlerin en çok ziyaret ettiği yapılardan biri. Tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapan kule, yıllar boyunca birçok farklı amaç için kullanılmış. Birçok efsaneye konu olan Galata Kulesi, Boğaz’ın kokusunu içine çekmek ve rüzgârın tatlı serinliğiyle İstanbul’u seyre dalmak isteyenleri bekliyor.
Galata Kulesi, ilk olarak Bizans İmparatoru Justinianos tarafından MS 507-508 yılında inşa ettirilir. 1348-1349 yılında Cenevizliler kuleyi yeniden inşa eder. 1453’te Konstantinopolis’in Osmanlı Devleti’nin hâkimiyetine girdiği zamandan itibaren kule farklı amaçlar için kullanılır. İlk başta fener olarak inşa edilen Galata Kulesi; savaş esirlerinin barınağı, rasathane ve 1717’den itibaren de yangın kulesi olarak kullanılır.
III. Selim döneminde çıkan yangından sonra kulenin büyük bir kısmı hasar görür, onarımından sonra kuleye bir cumba eklenir. 1831 yılında II. Mahmut döneminde gerçekleşen diğer yangından sonra kuleye iki kat daha eklenir ve külah biçiminde bir tepe inşa edilir. 1967 yılında gerçekleşen son onarımla birlikte Galata Kulesi bugünkü eşsiz görünümünü kazanır.
Galata Kulesi 2013 yılında UNESCO Dünya Mirası Geçici Listesi’ne eklenir. 2020 yılında hem iç hem dış cephede restorasyon ve yenileme çalışmaları gerçekleştirilir. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yapılan çalışmalarla kule müzeye dönüştürülür. Günümüzde Galata Kulesi, sergi alanlarıyla ve seyir terasıyla misafirlerini ağırlamaya devam ediyor.
İstanbul Kanatlarının Altında: Hezârfen Ahmed Çelebi
Galata Kulesi’ni anlamlı kılan önemli hikâyelerden biri, hiç şüphesiz Hezârfen Ahmed Çelebi’nin ilk uçuş deneyimini bu kuleden gerçekleştirmiş olmasıdır. Ahmed Çelebi 1632 yılında kendi yaptığı kuş kanadını andıran tahta kanatlarla Galata Kulesi’nden yaklaşık 3 kilometre kadar uçarak Üsküdar semtinde bulunan Doğancılar’a inmeyi başarır. Hezârfen Ahmed Çelebi, gösterdiği cesaret ve azim sebebiyle dönemin padişahı IV. Murad tarafından bir kese altınla ödüllendirilir. Ancak padişahın “Bu adamın elinden her şey gelir ve korkulacak biridir.” diye düşünmesi nedeniyle Ahmed Çelebi, Cezayir’e sürgüne gönderilir. Hezârfen Ahmed Çelebi, 1640 yılında Cezayir’de sürgündeyken hayatını kaybeder.
Galata Kulesi Masalları
İstanbul’un biriciği Galata Kulesi; bazıları insan hayal gücünün eseri, bazıları da tarihi belgelerle kanıtlamış hikayeleriyle pek meşhur. İstanbul silüetine gizemli bir hava katan Galata Kulesi’nin hikayelerine, İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası kitabından bir örnekle başlayalım. Kitapta, İstanbul’a ilk kez gelen denizci Cenevizlilere, ak martının karanlıkta yol gösterdiği anlatılır. İnançlarının bir tezahürü olarak martıyı Hz İsa ile özdeşleştiren Cenevizliler, onu yuvasına kadar takip ettikten sonra yakalar, pişirir ve yerler. Yuvasının bulunduğu yere de onun hatırası için Galata Kulesi’ni inşa ederler.
Galata Kulesi’ne beraber çıktığın kişiyle evlenirsin derler. Bu efsane, Roma döneminden kalma. Galata Kulesi’ne ilk kez beraberce çıkan bir kadın ve erkek, mutlaka evlenirmiş o zamanki inanca göre. Eğer taraflardan biri, önceden kuleye çıkmışsa bu tılsım bozulurmuş ama. Ayrıca eğer kuleye beraber çıkacak çiftin kaderinde kavuşamamak varsa karşılarına mutlaka bir engel çıkarmış. Yani Galata Kulesi, bir ömür beraber yaşamayacak çiftleri kabul etmezmiş. Bir çift olarak Galata Kulesi’ne çıkarsanız aklınızda bulunsun.
Galata Kulesi’nin Aşk Hikayesi
Galata Kulesi’nin bir efsanesi var, üstelik o kadar romantik ki… Efsaneye göre Galata Kulesi ile Kız Kulesi birbirine aşıktır ama aralarında bulunan İstanbul Boğazı, sevgililerin kavuşmasını engellemektedir. Galata Kulesi aşkını mektuplara yazar yıllarca ve Kız Kulesi’ne olan hasretini kelimelere döker. Hezarfen Ahmet Çelebi de uçma hayalini gerçekleştirmek için buraya çıktığında, Galata Kulesi onun kulağına Kız Kulesi’ne olan aşkını fısıldar ve mektupları ona verir. İstanbul’un üflediği rüzgârı arkasına alan Hezarfen, mektupları Kız Kulesi’ne ulaştırır. Aşkının platonik olmadığını anlayan Kız Kulesi, sevinçten havaya uçar ve bu iki aşık, İstanbul’un en güzel manzarasını oluşturur.