AHIR gibi evde mi oturacaksınız?

ESMER Kız!

Yazı dizisi ( 3)

Aslında her şey çok hızlı oldu. Daha sonra adının Suna olduğunu öğrendiğim esmer kız ile babasının izniyle yanılmıyorsam 2 veya 3 kere görüştük. O dönemde görüşmeler pastanelerde yapılırdı. Bilenler vardır; en meşhur pastane ‘Petek’ pastanesiydi. İnönü caddesi üzerinde Maksim Gazinosuna yakın bir yerdeydi. Orada oturup sınırlı zaman içinde birbirimizi tanımaya çalıştık. Ben o dönemde hem zayıf hem de çelimsizdim. Geniş çerçeveli bir gözlük kullanıyordum. Çirkindim ama kendinden emin tavırlarım vardı. Suna ise genç, saf, utangaç ve temiz duygularla donanmış genç bir kızdı. Henüz 17 sindeydi. Dönemin en bilinen çocuk doktorlarından Gürol Emre’nin Kurtuluş caddesi üzerinde ki eski Antakya Evinin ikinci katında çalışıyordu. Babası Sıtkı amca yine aynı doktorda çalışıyordu. Baba kız aynı işyerinde yani. Bu arada Suna’nın babası Sıtkı amcadan biraz söz etmeden geçemeyeceğim. 90’lı yıllarda çok bilinen bir meslekti. “İğneci” Hastanız varsa ve doktor size iğne reçete etmişse o dönemde iğne vurmayı öğrenmiş kişiler uygulamayı yapardı. Şimdi rahmetli oldu ama mavi bir motoru vardı. Hastalara o motoruyla gider iğne, serum gibi işleri yapardı. Biri Suna olmak üzere 6 kızı vardı. O yıllarda geniş bir aileye sahip olmak hiçte kolay değildi…

Neyse konumuza dönelim; 1992 yılının Ocak veya Şubat ayıydı. Havalar yağmurlu ve soğuktu. Beraberimde Annem Hüda, dedem Kamil, Amcam Zeki, Halam Lemia ve kocası Reşit yanılmıyorsam halamın kızı Sabahat ve kocası Zeynel Karaali ile birlikte Suna’nın kapılarını çaldık ve kendisini babasından istedik. Adet gereği birkaç gün gün mühlet verildikten sonra teklifimiz kabul gördü. Hızlı olmuştu her şey. Birkaç gün içinde aile içi bir nişandan sonra artık nişanlaydım. Daha rahat görüşüyorduk ama kız kardeşleri Zeynep ve Seher’den kurtulmakta kolay olmuyordu. 90’lı yıllar da eğer nişanlı isen nişanlın ile ne kendi evine ne de bir başka yere hatta kahve içmeye bile olsa yalnız gidemezdik. Yanımızda illa ki iki kız kardeşinden biri Zeynep veya Seher gelirdi. Bazen de hızlarını alamayıp ikisi birden olurdu. Gelenek böyleydi. Bir şey var anlatmadan geçemem. Bir gün Sunalarda otururken geçen bir konu üzerine tartışma büyüdü ve üvey annesi Naciye beni kastederek “Adamların evi ahır gibi görmüyor musun? Orada mı yaşayacaksın? Annesinin verdiği 2 odada mı?” gibi sert bir tonlama ile sert çıkmıştı. Ben çok incinmiş ve üzülmüştüm. Doğrusu evimiz güzel bir ev değildi. Ama elimizden geldiğince oturulur hale getirmiştik. Bir yandan da Naciye’ye hak vermiyor değildim. Ancak yapabilecek başka bir imkân yoktu ne yazık ki. O an tüm gözler Suna’ya çevrildi. Tedirgindim ama emindim gelecek olan cevaptan ve öyle de oldu: “Evet ben o ahır gibi evde oturacağım” demişti.

Bu tartışmalı dönem uzun sürmedi ve 6 ay içinde evlendik. Çekmece Belediyesinde Nikahımızı yaptık. Suna henüz 18’e girmediği için babasının imzasıyla evlenebilmiştik. Sıcak bir Temmuz ayının sonu gibi. Dedeme ait mahale içinde ki bir tarlaya ahşaptan elektrik direklerini çektik. Lambalar seyyar kablolardan sarkıyordu. Tarla ot ve taşlıydı. Yine hiç unutmam o tarlayı düğün için hazır hale getirene kadar hem ben hem de Suna orada günlerce ot yolmuş ve taşları temizlemiştik. Yokluğun ve yoksulluğun hüküm sürdüğü günler yani. Düğün salonları çok azdı ve çok pahalıydı. Düğün salonlarını ancak zenginler tercih edebiliyordu. Bizim gibiler ise genellikle bu yöntemi seçerek düğün yapar daha az para harcardı. Bizde öyle yapmıştık. Tahta sandalyeler, tahta birkaç masa ve gelin ile damat için evden getirilmiş bir adet ikili koltuk. Güzel bir düğün oldu. Mahalle sakinleri benim akrabalarım, besim amcam, halalarım, çocukları herkes ama herkes mutlu görünüyordu.

Günler su gibi akıp geçiyordu. Çok yoksulduk ve annemler de kalıyorduk. Bize tahsis edilen 2 oda ile idare etmek zorundaydık. Sonradan biz o odalardan birini mutfak haline getirmiştik. Balkonda da çakma bir tuvaletimiz vardı. Ancak banyomuz yoktu. Banyomuzu annemlerde yapıyorduk. O gün annemle bir şey için tartışmışsak banyomuzu yapamazdık. Çünkü bize verilen iki odayı annemlerin evinden ayıran sonrada yapılmış suntadan sürgülü bir kapı vardı ve o kapıyı annem kavgalıyız diye sürgülerdi. Benim ve annemin inatçı kişiliğimiz nedeniyle günlerce banyo yapamadığımız olurdu. Sonra buna çare bulduk. Mutfağa bakan balkonun bir köşesine yaptığımız çakma tuvalette banyo yapmaya başladık. Kış mevsiminde soğuk oluyordu ama yine de memnunduk. Tuvaletin üzerine koyduğumuz bir tabure yardımıyla yıllarca banyo yaptığımızı söyleyebilirim. Bir defasında tabure kaymış ve kendimi tuvaletin taşı üzerinde bulmuştum. Ancak yaşanan tüm bu olumsuzluklara ve annemle olan geçimsizliğe rağmen orada mutluydum. Ancak yeni gelin olan Suna memnun değildi ve sürekli oradan ayrılıp kendimize ait bir evin olmasını istiyordu. Haklıydı da ancak bir apartman dairesine ödeyebilecek kadar paramız yoktu. Annemlere ait iki oda da kalışımız üzerinden yıllar geçmişti. Karar verdik ve oradan ayrılacaktık. 1995’in sonu 1996 yılının başı gibiydi. 2 yaşında kızım Sera’mız da vardı artık. Çekmece Uğur Mumcu caddesi o zamanlar yeni yeni inşa ediliyordu. Pek az apartman bitmiş ve mesken olmuştu. Halam Zekiye’nin de sadece bir dairesi değil apartmanı vardı. Kira da mutlaka bize yardımcı olurlar diye Zekiye halamın kapısını çaldım. Zekiye halam ve Nedim eniştem Almanya’da çalışıyorlardı ve Nedim eniştemin babasından kalan parsele apartman yapmışlardı. En az 10 daireleri vardı. Kiraya veriyorlardı. Bize yardımcı olacaklarına inanıyordum. Hatta içimden bir his birinci yıl belki hiç kira almayacaklardı. Ne de olsa halamdı…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir