HABER MERKEZİ
Ressam, yazar ve şair. Kardeşleri Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu ve yazar- şair Sabahattin Eyüboğlu’dur. Babaları, Milletvekili Mehmet Rahmi Eyüboğlu’dur.
1911, Görele’de dünyaya geldi. Profesyonel sanat yolculuğuna 1929’da Güzel Sanatlar Akademisi’ne kaydolarak başladı. Bu süreçte Nazmi Ziya Güran ve İbrahim Çallı atölyelerinde eğitimler aldı.
1931’de ağabeyi Sabahattin Eyüboğlu’nun bursuyla Fransa’nın Dijon ve Lyon şehirlerine gitti. Bu dönemde Paul Gauguin ve El Greco gibi ünlü ressamların eserlerini müzelerde kopyalayarak çalışmalarını sürdürdü.
1932’de Paris’te, André Lhote’un atölyesinde çalışırken daha sonra hayat arkadaşı olacak ve Eren adını alacak sanatçı Ernestine Letoni ile tanıştı. 1934’te d Grubu’nun dördüncü sergisine katıldı ve final sergilerine kadar grubun bir üyesi olarak kaldı.
Aynı zamanda şiir yazan ve şiirleri edebiyat dergilerinde yayımlanan Eyüboğlu, 1935’te gazete ve dergilere makaleler yazmaya başladı. Aynı yıl, Eren Eyüboğlu’nun girişimiyle Romanya’da ilk kişisel sergisini açtı. 1937’de, Güzel Sanatlar Akademisi’nde, Léopold Lévy’nin asistanı oldu. Eyüboğlu bu dönemde Anadolu’ya özgü temalarla eserler üretti ve daha sonra duvar resimlerine geçti.
1941’de “Yaradan’a Mektuplar” adlı ilk şiir kitabını yayımladı.
1943’te Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini yaptı. Eyüboğlu, sanatsal gelişimi devam ederken 1950’lerde geleneksel motiflerini modernist etkilerle birleştirmeye başladı. 1958 Brüksel Dünya Fuarı’nda 227 metrekarelik ve 1959’da NATO genel merkezi için 50 metrekarelik mozaik paneller üretti.
Devlet Resim ve Heykel Sergileri’nde kazandığı ödüllerin yanı sıra 1958 Brüksel Dünya Fuarı’nda Büyük Ödül ve São Paulo Bienali’nde Altın Madalya almaya hak kazandı.
1960’lı yıllarda, soyut ve deneysel bir üslup benimseyerek malzeme denemeleri yoluyla renk ve dokuların cazibesine odaklandı. 1961 yılında Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde misafir öğretim görevlisi olarak ders vermeye başladı.
Bu dönemde zengin renklere sahip soyut formlara yöneldi. Sanatına başka bir boyut katarak görülmeyen ve bilinmeyen renkleri bulmaya çalıştı; eserlerinde kum, tutkal, talaş ve buruşuk Japon kâğıdı gibi farklı malzemeler kullandı.
Sanatçının eserleri, New York’taki MoMA (Modern Sanatlar Müzesi), İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, İstanbul Modern Sanat Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi gibi pek çok müze ve koleksiyonda yer alıyor. 1975’te İstanbul’da hayatını kaybetti.
YASAK AŞK: BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU İLE MARİ GEREKMEZYAN
Ernestine Levibovici, Romanyalı zengin bir ailenin kızıydı. Resme karşı olan sevgisi onu Paris’e getirdi. Bir Fransız resim atölyesinde çalışmaya başladı. Eyüboğlu ile bu atölyede tanışıp birbirlerini sevdiler. Eyüboğlu da sevdiği kadın gibi resim eğitimi için Paris’e gelmişti. Zaman içinde sevgileri vazgeçilmez bir tutku haline geldi. Birbirlerine “İlk ve son sevgili” diye hitap ediyorlardı. Ne olursa olsun her türlü zorluğa göğüs gerip, karşı koyup aşklarını koruyacaklarına söz verdiler.
Levibovici, sevdiği erkekle evlenmek için İstanbul’a geldi. Ne var ki Eyüboğlu’nun ailesi tarafından kabul edilmedi. Bunun nedenini bir türlü anlayamadı. “Sevginin yaşı, vatanı ve milliyeti olmadığını bu aile bilmiyor muydu acaba?” Bu durum onu yıldırmadı ve aşkına sahip çıktı. Romanya ve İstanbul arasında sürekli gidip geldi.
Sonunda aşk galip geldi. Tüm zorlukların üstesinden gelerek evlendiler. Sevgilisi kendisine hep “Eren” diye hitap ediyordu. Artık resmen Eren Eyüboğlu oldu. Bundan sonra öz ismini hiç kullanmadı.
Kocası, hep sevda şiirleri yazdı aşkları için. Bu şiirler yazılır yazılmaz en çok okunan şiirler oldular. Hele “Karadutum” şiiri… Bu şiir her yerde en çok sevilen ve okunan şiirler arasına girdi. Kocası bu şiiri yazdığında 35 yaşındaydı ve on yıllık evliydiler. Sevdiği kocasının, Karadutu, Çatal karası, Çingenesi oldu. Aşktan, sevdadan, mutluluktan başı göklere değdi, meleklere eş oldu; ama maalesef gerçek böyle değildi.
Aşk evliliği yapmışlardı ve çok mutluydular. Eyüboğlu, Güzel Sanatlar Akademisinde asistan olarak ders vermeye başladı. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Atölyenin heykel bölümünde misafir bir kız öğrenciyle tanıştı ve kıza âşık oldu. Kızın adı Mari Gerekmezyan’dı. O’na “Karadut” dedi. “Karadutum” dedi. “Karadutum” şiirini onun için yazdı. Aşktan gözü kör olan Eyüboğlu, “Karadut” ile birlikte yaşamaya başladı. Çok sürmeden sevdiği kadın vereme yakalandı. Şair ilaç almak için ünlü tablolarını yok pahasına sattı, gece gündüz çalıştı; ancak “Karadut” öldü.
Böyle bir durum karşısında herhangi bir kadın ne yapardı acaba? Eren Eyüboğlu evini dağıtmadı, aşkını yüreğinden çıkartıp atmadı. Kocası eve dönünce O’nu sevgiyle karşıladı Onu kendi kollarında teselli etti.
3 sene sonra, 1951 yılında İstanbul Büyük Kulüp’te verilen bir gecede ısrarla kendisinden şiirlerini okuması istenilen şair, şiirlerini okurken karısının yanında ağlayarak, gözyaşları içinde şiirleri kimin için yazdığını söyledi. Böylece herkesin karısı için yazdığı sanılan şiirlerin kimin için yazılmış olduğunu öğrenilmiş oldular. Klasikler arasına girmiş olan bu ask şiirlerini kendisine yazdıran askın sahibi karisi Eren değildi…
Bu durum, Eren Hanımın beynine sıkılmış son kurşundu. Her onurlu kadının yapması gerekeni yaptı. İster istemez Paris’e döndü. Onur ve aşk… Hangisi güçlüydü acaba? Bunu bilmek zordu. Dürüst, düzgün çok onurlu bir kadındı. Ama onun aşkı onurundan güçlüydü. Zaten kalbini İstanbul’da bırakarak gelmişti Paris’e. İki taraf da birbirini özlüyordu. Nihayet yalnızlığa daha fazla dayanamayarak yuvasına, sevdiği kocasına döndü.
Eyüboğlu, aşkı, özlemi, acıyı hem şiirleriyle hem de tablolarıyla bize en güzel şekilde resmetti. Aydın kişiliğiyle ülkemizin ölümsüz değerlerinden biri oldu.
KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Agaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın a gülüm
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.
Sigara paketlerine resmini çizdiğim
Körpe fidanlara adını yazdığım
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekün azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan
Kibrit çöpü gibi kırılan
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan
Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yaşayan
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum
N’etmiş, n’eylemiş, n’olmuşum
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun.
BEDRİ RAHMİ EYÜBOĞLU