Biz Temmuz’da yanıyorduk dostlar. Kıvılcımlarımız etrafa savrulurken yüreğimiz göğüs kafesimizi zorluyordu. Sürüklenirken caddelerde Pir Sultan, kin kusarken yobazlar ve tekbir getirirken birileri, yaşam sinsice yanıyordu. Biz ateşler içerisinde yaşama sarılmaya çalışıyorduk. Gülücüğümüzü çalan alevler, insanlık tarihi kadar eski ve uzundu…
Oysa her şey ne güzeldi. Sazlarımıza yeni tel takarken, semah dönecek dostlarımıza gülümserken, can evimizin hançerlenip, ecelimizin getirileceğini nereden bilebilirdik ki?
Sesini yitiren şehrin vampirleri pusudaydı. Ama göremedik, göremezdik… Çünkü yüreğimizden ve beynimizden geçen yalnızca sevgiydi, dostluktu, paylaşımdı…
Dünden beri bizlere can katan Can Şenliği Oyuncularıyla gülüşüyoruz. Hasret Gültekin almış sazını gidiyor. Durdurmak ne mümkün… Küçük Koray ustasını izliyor. 12 yaşının en taze seherinde Koray… Murat Gündüz ise kiminle sohbet edeceğimi biliyorum diyerek yanıma oturuyor. Yaşıtı Gülsüm bana bakıp, “çocuk bu” diyerek gülümsüyor. Öyle sıcak, öyle içten bir ses ki, Aziz Ustanın sesi, türkülere karışıyor. Ardından haykırarak gelen Asaf Koçak, en büyük benim diyerek, sanki susuz yüreklere su serper gibi mızıkasıyla öpüşmeye başlıyor. Tamam çocuklar bu kadar tembellik yeter, diyerek izin istiyorum. Kapıda beni bekleyen Çiğdem ve babasını görüyorum. Beni almaya gelmişler. Belki doğru zamanda, belki yanlış zamanda. Ama tam zamanında… Yani sözleştiğimiz saatte. Otelden ayrılırken, merak etmeyin benden şimdilik kurtuldunuz. Ama yarın ne yapacaksınız? Seni çok seviyoruz ama yine de git diyerek uğurlamışlardı. Ve son uğurlayışlarıydı, son gülücükleriydi. İçten, sımsıcak, dostça, kardeşçe bir uğurlayışın, sinsi bir ölümle geride bırakacağı acı bir uğurlayıştı.
Çünkü, Temmuz’a girerken sıcaklar iyice artacaktı. Bilgi denizinin yiğit evlatlarını alevler saracak, dallar kuruyacak, çiçekler solacaktı. Susuz kalan toprak çatlayacak, bağrındaki tüm canlılar ölecekti.
Temmuz’un sinsi alevleri kavururken bir kenti, çığlıklar bile duyulmayacaktı. Sessizliği bozan feryatlar türkü türkü, şiir şir, semah olup dönecekti ölüm ateşinin girdabında…
Temmuz’un ilk gününde, güneşin aydınlığında Buruciye Medresesinde kitaplarını imzalıyordu Asım Bezirci ve diğer aydınlar… Saatler 20:01’i gösterdiğinde, yine Buruciye de “Bu günü yarına taşıyacak olan Çağdaş Pir Sultanlara selam” gönderiyordu Mağma Sanat Hareketi… Alkışlar sevgi seli içinde kayboluyordu.
1993 yılının 2 Temmuzunda, erken uyanan bir kentin tüm canlılığı Buruciye Medresesinin avlusuna yansıyordu. Can Şenliği Oyuncularının umut dağıtan oyunu neşeyle izlenirken, sinsi bir tehlikenin yaklaştığını öğreniyoruz. Ozanlar Anıtı parçalanmış, Kültür Merkezi talan edilmişti. Daha sonra Madımak Oteli abluka altına alındı. Sivas Belediyesi Konservatuarının açık pencerelerinden, alkış ve tekbir sesleriyle başlayan seyirlik yangın ve sonrası…
“Sinsi gelen ölüm, aktı boğazımızdan ciğerlerimize.” Bir kentin, bir ülkenin ve dünyanın gözü önünde türkü söyleyen, saz çalan, kitap yazan, resim yapan insanlar diri diri yakıldı. Unutmadım, unutmadık, unutmayacağız…