Gecenin sisi asılı kalmış, ışıklardan şafağa  dökülüyor .Rüzgar, otsu bitkilerin  tüylerinde biriken çiği silkeliyor sokağa ;turunçların kokusundaki rehavet dağılıyor. .Mevsimlerin dönüşleri ve oluşturdukları görüntüler insan doğasını etkilemekle kalmıyor ;bazen kendi biçimini de yaratıyor. Sis ve solgun renkli bir ağaç insan ruhunda  tanımsız hiçlik, yalnızlık duygusu yaratıyor;¡nsanın kendine çekilmesi veya kapanmasına giden bir serüvenin başlangıç adımı buradan atılıyor  .Daha çok sessizlik ,daha çok yalnızlık duygusu hissetme adına  , içe dönüyor;eski zamanlar kokan bir şarkıya, bahtiyar olduğumuz bir anıya, yarım bıraktığımız kitaba, ertelenmiş hesaplaşmaya dönüyor. Her şey dualist bir yalnızlık içinde varoluşunu gerçekleştiriyor.
Bulutların sonsuz iniş ve çıkışlarını izliyorum. Gölgeler düşüyor toprağın suya doymuş yüzüne. Islaklık iliklerine kadar  işliyor taşın.Yosun kokan akasyanın yüzünde telaş, kirpiğinde yaş, dilinde zamanın başlangıç şarkısı  . Beni durmadan çağıran o sese gidiyorum ;sahi  evim burası olmalıydı! Tuhaf bir sesleniş yaprakların dilinde..Kim olsaydı..O! Hala kaçamak bir gülüşü eskitip duruyor içimde O.
Sonra içimde bir ses dağıtıyor  her ÅŸeyi…DoÄŸada her ÅŸey iç sesine dönüyor; o an, anıların kuytuluklarında Gheorghe Zamfir’in Pan flüt konçertosunun sesleri geliyor. Ruhum bedenimin içinde kendinden geçerek tüm zamanların diline dönüşüyor . Yarım kalmış ne kadar kapı varsa aralayarak, kalbimin ortasında çalıyor; bir yaprak düşüyor, ışık kırılıyor teninde, damarları açılıyor sisin, kuÅŸÂ kanat çırpıyor  ışığa ve kanatlarının ucunda savruluyor hayatın   yaprakları. Ah! Gözlerin kaç uzaklığı toplamış gelmiÅŸ yürek avluma. Kirpiklerin gölgesi düşüyor kalbimin ovasına.
Ve üşüyorum boÅŸlukta. BoÅŸluk bakışımı  biçimini alıyor. Sis iniyor sözcüklerin uçlarına. Dağılıyor. Fırtınanın kendini gerçekleÅŸtirme anı, ifade biçimi vardır. Durmadan konuÅŸur ve dilinde dökülen rüzgar,damlalar,lodos….Suskun anlarımıza iner zamansız, ıslaklık, çekilme ve dağınıklık kuÅŸatır her ÅŸeyi.
Açılır gökyüzü ve gülümser  an; kokusu, rengi, özü ve biçimi hayatımızın bilgisine dönüşür .İçimiz doÄŸanın oluÅŸma, ayrışma, dağılma anı gibi kasılıyor . Bir gök gürültüsü, ışık kılıçları iner yer yüzüne, huÅŸu  içinde sarsılır her ÅŸey. YaÄŸmurun yaÄŸma anında kalbimizin çektiÄŸi fotoÄŸraflar bir bir ıslanır; uzun süre dilsizlik kendini tarifler o anda…Her ÅŸey oluÅŸma halinde. ..
Birden insan, içinin ağlayan atlasında bir dağ gibi yalnızlaşır. Ve gelir gelmesi gereken. Dalgalanır gökyüzü ve bulutlar ağır yükleriyle bağırır uzaklardan.
Kaç gündür an’ın soluksuzluğu içinde durmadan aynı şarkıyı dinliyorum. Kesintisiz ,kendini içimde tanımlayan boşluğun sesine düşüyorum. Ötelerde aramayı bırakıyorum; ruhumun uçlarına değe değe kalıyorum an’nın soğuk gelişinde. Bu ezginin akışında ,anlam tonlarında, ilk dinlediğim an’nın kokusunu, rengini ve acısını duyumsuyorum. Ezgi kaybolmuş ,bilinmiş ,uzun yıllarımın an’ına götürüyor. Siyah beyaz bir yüzleşme geçmişle. Eski bir defterin eprimiş yüzü ,silik harflerin kuralsızlığı içinde yeni cümleler düşürerek yola, an’ın çağrısına gidiyorum.
Deli yağmur yağıyor sarı yaprakların tenine. Sonbahar kokuyor gecenin sözcükleri. Esmer yüzümde dalgalanıyor kederli ve acı öyküler. Yağmur kokuyorum solgun yaprakların ucunda. Işığın bilgeliğini seviyorum yapraklarda; ışığı kokluyorum ve ışık ölecek avuçlarımda. Serçeleri seviyorum yağmur sonrası. Kurbağaların şarkısını söylüyor üveyik. Ve inliyor gökyüzü boş bir sokağın başında.
Bir damla
Bir damla daha
Damlalar
Akıp gidiyor hayatlar…
‘’Şimdi deniz kokuyordur saçları’ ’diyorum. Şafağın nefesi  lodos kokuyor .Aydınlığa dönük yüzün, ruhumun  aynasında gülümsüyor. İçimde, yaprak döken ağaç gibi  durur gözlerin. An, anın içinde dağılır.