Yürüyordum sebebim olmadan. Sebebim yoktu ama leblebim vardı.
Tabağımda en son kalan sen olabilirsin ama ben en çok seni seviyorum diye leblebimin gönlünü almaya çalışırken karşıma bir su birikintisi çıktı. Bu su birikintisinde yüzümün yansımasını gördüm. Bana yüzümü göstermek için kim bilir kaç oksijen ve kaç hidrojen atomu birleşmişti… Ne gereği vardı ki bunun? O kadar birleşme çabası bana yüzümü göstermek için mi?
Eee bana yüzümü gösterdin de ne oldu yani diye düşünürken bir anda saçımın ne kadar da dağınık olduğunu fark ettim. Oysaki fırçayla saçımı fırfırlayıp fön makinesiyle saçımı fönfönlemiştim… Anlaşılan rüzgar esip es vermiş. Sonra ben fark etmeden başımın üstü dağılmış. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış… Pardon, bu başka hikaye… Şaka şaka bana kalırsa her hikaye aynı şeyi anlatıyor. Mesela Antik bir Yunan olan eksantrik adam Arşimet’in hikayesi… Biliyor olmanız olası, meşhur bir hikayedir: Arşimet hamamda yıkanırken düşüncelere dalmış. Hamam tasını su birikintisinin üstüne bıraktığında bir anda aklında çakan güçlü bir kıvılcımla suyun kaldırma kuvvetini keşfetmiş. O kadar çok heyecanlanmış ki giyinmeyi bile unutarak elindeki tasla “buldum” diye sokağa çıkıp koşmaya başlamış. Çocukluğumdan beri bu hikayenin devamını çok merak etmişimdir…
Mesela bizim buralarda olsa kesin dayak yerdi. Düşünsenize elinde tasla gezen çıplak bir adam sokakta “buldum, buldum” diyerek koşuyor! Hamamda yıkanırken suyun kaldırma kuvvetini keşfeden Arşimet beyi şimdi çok daha iyi anlıyorum. Heyecanını anlıyorum Arşimet ama sen yine de dikkat et… Her neyse, suyun kaldırma kuvvetini keşfetmedim belki ancak suyun gösterme kuvvetini keşfetmiş gibiydim. Heyecanlandım! Bir Aziz Sancar edasıyla aklımı bir CERN laboratuvarı haline getirip 2 hidrojeni ve 1 oksijeni birleştirmeye çalıştım. Hidrojenler kendi aralarında daha kolay bağ kuruyorlardı. Ancak onlardan farklı olan oksijen için onlarla bağ kurmak çok daha zordu. Oksijen oturup düşündü: “Ben zaten oksijenim, hayat benim niteliğimle nefes alıyor. Neden sizinle bağ kurayım ki, bu çok ciddi bir çaba gerektiriyor.” İçimdeki İlber Ortaylı oksijenle konuşmaya başladı: “Çok cahilsin! Eğer sen vazgeçmez ve hidrojenlerle bağ kurmak için çaba gösterirsen bir su molekülü haline geleceksiniz.”
Bunu duyan oksijen artık yaşama nefes olmakla yetinememeye başladı. Oksijen su olmanın nasıl bir şey olduğunu çok merak etti… Su olmaya susadı ve anladı ki bunun için onlarla birleşmesi tek çıkar yol. Eee peki ne yapacaktı? Saatime baktım, çarklar dönüyor hızlandırmak için zamanı. Oksijen çaresiz kaldı.
Hoş geldin içimdeki Nazım Kısakürek:
“Bazen oksijen olmak bile yetmez.
İnsan kendine neyin yeteceğini bilmez.
Bir su var ve bir nefes…
Su olması gerekir her bir nefes.”
İki H, bir O…
İşte bu su birikintisi bana bu hikayeyi anlattı. Eyvah! Leblebim bitti… Yürüyordum leblebim olmadan. Leblebim yoktu ama sebebim vardı. İnsan yaşamak için gerçek bir sebep bulmalı. Tabağımda en son kalan sen olabilirsin ama ben en çok seni seviyorum diye sebebimin gönlünü almaya çalışırken karşıma bir su birikintisi çıktı. Bu su birikintisinde yüzümün yansımasını gördüm. Tam o esnada elinde tasla çıplak bir adamı sokakta koşarken gördüm. Çok hızlı koşuyordu yetişemedim… O adama ne oldu acaba ya?..