İnsan Neden Sürekli Kendini Başkalarıyla Kıyaslar?

Biz insanlar, varlıklarını anlamlandırmak, kim olduğumuzu anlamak, çevremizle olan ilişkilerimizi değerlendirmek ve sistemde kendi yerimizi bulmak için sürekli olarak başkalarına bakma eğilimindeyiz. Bu eğilim, bilim insanları tarafından ‘sosyal karşılaştırma’ olarak adlandırılıyor ve insan doğasının derinliklerine işlenmiş bir mekanizma olduğu için, bu akıntıya karşı kürek çekemiyoruz. O halde doğamızın bu tarafına biraz daha derinlemesine bakıp, nihai amacını görmeye çalışmalı ve içimize işlemiş bu eğilimi doğru şekilde nasıl kullanabileceğimize bakmalıyız zira öyle görünüyor ki, içine düştüğümüz realite, içimizde olanla değil, onu hangi amaçla kullandığımızla ilgileniyor.

Sosyal psikolog Leon Festinger’in 1954 yılında ortaya attığı Sosyal Karşılaştırma Teorisi, insanların kendilerini başkalarıyla karşılaştırarak değerlendirme yoluna gittiğini vurgular. Bu, insan doğasının içinde olduğu dünyayı, ancak karşıtı varsa algılayabileceğini söyleyen bilgelerin yüzyıllar önce söyledikleriyle bilimin de hemfikir olduğu anlamına geliyor. Bilgeler, siyah olmadan beyazı, çirkin olmadan güzeli, soğuk olmadan sıcağı, kötülük olmadan iyiliği algılayamayacağımızı söylediler. Bu demektir ki, bir şeyi ancak zıttını anlamaya gelmeden edinemeyeceğiz.

Ancak bu süreç, sadece basit bir kıyaslama değil; insanın öz-değeri, yaşamı ve dünyayla olan ilişkisine dair derin bir sorgulamanın, deriniği baş döndüren içsel bir çalışmanın, bizi bilgeliğe taşıyacak tertemiz bir parçası olmalı.

Peki, neden bu kadar sık kıyaslama yapıyoruz ve bu süreç hayatımızı nasıl şekillendiriyor?

Sosyal karşılaştırma, insanın evrimsel gelişiminde bir gereklilik gibi görünüyor. İlkel dönemlerde, hayatta kalma mücadelesi veren insanlar, başkalarının davranışlarını gözlemleyerek neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamaya çalışırlardı. Bu, toplumsal uyumu sağlamak, grubun bir parçası olmak ve tehlikelerden kaçınmak için hayati bir stratejiydi. O dönemde kıyaslamalar, hayatta kalmanın bir yolu olarak işlev görüyordu.

Bu içgüdü, modern zamanlarda da kendini göstermeye devam ediyor. Fakat bugün, hayatta kalmanın ötesinde, bireylerin kendi değerini anlama çabası, bu kıyaslamaların temel motivasyonu haline geldi. İnsanlar başkalarının başarıları, fiziksel görünümleri, yetenekleri ve yaşam tarzları üzerinden kendilerini değerlendiriyorlar. Bu süreç, kendi yerimizi belirlemek, kim olduğumuzu anlamak ve toplumsal hiyerarşideki pozisyonumuzu tanımlamak için zihinsel bir pusula işlevi görüyor.

İnsanların kendilerini değerlendirme ihtiyacı, çoğu zaman nesnel ölçütlerden yoksun. Başarı, zenginlik, güzellik gibi kavramlar kişiden kişiye değişen, göreceli olgular. Herhangi bir objektif ölçütün bulunmadığı bu belirsizlik durumlarında, insanlar referans noktaları olarak çevrelerindeki diğer bireyleri kullanıyor. Festinger’in de belirttiği gibi, insanlar kendilerini ve performanslarını değerlendirmek için başkalarına yöneliyorlar. Bu da insanın haz almak için, haz alabileceği yerler aradığına, hazza doğru çekildiğine ve hazla yönetildiğine dair bir işaret zira insan kendini iyi hissetmek amacıyla eylem yapıyor.

Bu kıyaslamalar, bireyin psikolojik ihtiyaçlarının da bir yansıması. İnsan, başkalarına bakarak, kendi yeteneklerini ve eksikliklerini anlamaya çalışıyor. Ancak bu durumun çok tehlikeli bir yönü de var: Gerçeklik algısının bozulması.

İnsanlar genellikle, özellikle sosyal medyanın etkisiyle, başkalarının sözde en parlak anlarını görüp, kendilerini o anlarla kıyaslıyor. Bu, kişinin kendi hayatını yetersiz hissetmesine ve sürekli bir tatminsizlik haline neden oluyor zira kalp imreniyor. Dolayısıyla insan en çok neye maruz kalır, kendini nasıl bir ortamda büyümeye bırakırsa, gördüklerinden o denli etkilenir. Tam da bu yüzden kendimizi hangi topraklara ekeceğimize çok ama çok dikkat etmeliyiz. Bu da hayatı nasıl yaşamak istediğimizle, nihayetinde neye ulaşmak istediğimizle doğru orantılı!

Öte yandan insanların, sosyal karşılaştırma süreçlerinde iki farklı yol izlediğini görüyoruz: Yukarı yönlü karşılaştırma ve aşağı yönlü karşılaştırma. Bu iki kıyaslamanın yönü, bireyin psikolojik durumunu büyük ölçüde etkiliyor.

  • Yukarı Yönlü Karşılaştırma: Kişi, kendisinden daha başarılı, daha zengin, daha güzel-yakışıklı ya da daha yetenekli insanlarla kıyaslama yapar. Bu durum, iki uçlu bir sonuç doğurabilir. Birey, bu başarıları örnek alarak motive olabilir ve kendini geliştirme yoluna gidebilir yani bu insanları, insanların yaptıklarını, ilham kaynağı, harekete geçmek için yakıt olarak kullanabilir. Ancak diğer yandan, bu kıyaslama kişinin kendisini yetersiz ve başarısız hissetmesine de neden olabilir. Sürekli olarak daha iyiyi görmek, kişiyi tatminsizliğe ve öz-değer kaybına sürükleyebilir.
  • Aşağı Yönlü Karşılaştırma: Kişi, kendisinden daha az başarılı ya da daha şanssız gördüğü insanlarla kıyaslama yapar. Bu süreç, kişinin kendi konumunu daha olumlu bir ışıkta görmesini sağlar ve bir tür rahatlama getirir. Ancak bu rahatlık, uzun vadede bireyin gelişimini engelleyebilir ve kişiyi hareketsiz bir hale getirebilir.

Her iki kıyaslama türü de insanın kendi değerini nasıl algıladığını büyük ölçüde etkiler. Yukarı yönlü kıyaslamalar daha büyük hedeflere ulaşma isteği uyandırırken, aşağı yönlü kıyaslamalar bireyi olduğu haliyle kabullenmeye itebilir. Ancak, aşırıya kaçan her iki kıyaslama türü de kişinin dengesini bozabilir. Dolayısıyla doğamızı, eğilimlerimizi hangi amaçla kullandığımız çok önemli!

Modern dünyada sosyal karşılaştırmanın etkisi, sosyal medya platformlarıyla katlanarak artıyor. İnsanlar, Instagram, Facebook, Twitter gibi platformlarda sürekli olarak başkalarının yaşamlarına, idealize edilmiş gerçekliklerine maruz kalıyor. Ancak bu platformlarda paylaşılan içerikler genellikle bireylerin en iyi anlarını yansıtıyor; başarılar, tatiller, güzellik standartlarına uygun müdahale edilmiş fotoğraflar… Bu idealize edilmiş yaşamlarla karşılaşan insanlar, kendi hayatlarını eksik ve sıradan hissetmeye başlıyor. Bir süre sonra da neyin önemli olduğunu unutup, takip ettiği insanların önemli gördüklerine önem vermeye başlıyor.

Sosyal medyada maruz kalınan bu sürekli kıyaslama durumu, bireyin öz-güvenini zedeliyor ve varlık düzeyinde psikolojik stres yaratıyor. Araştırmalar, sosyal medya kullanımının artmasıyla depresyon ve anksiyete seviyelerinde de artış olduğunu ortaya koymuştur.

Birey, günümüzde sürekli olarak bir “yetişme” çabası içinde ve bu, kişisel gelişimi olumlu yönde desteklemez; aksine, bireyi mutsuz ve yetersiz hissettirir. Üstelik bu kocaman sistemde, kendine bir yer bulamaz ve varlığını anlamlandırmaktan vazgeçer. Halbuki yaşam, aktif katılımımızı gerektirir.

Sosyal karşılaştırmayı tamamen durdurmak neredeyse imkânsız, çünkü bu, insan doğasının bir parçası. Ancak, farkındalık yaratarak bu süreci daha sağlıklı hale getirmek mümkün. İşte sosyal karşılaştırma sürecinde farkındalığı artırmanın bazı yolları:

  1. Kendini Kabul Etmek: Sosyal karşılaştırma, çoğu zaman başkalarının sahip olduklarına odaklanmakla ilgilidir. Ancak bu, bireyin kendi benzersizliğini göz ardı etmesine neden olabilir. Kişi, kendi yeteneklerini, başarılarını ve eksiklerini kabullenerek bu kıyaslama döngüsünden çıkabilir. Her bireyin yolculuğu farklı ve kimse aynı yaşam koşullarına sahip değil. Ancak her bireyin sistemde, bir başkası tarafından doldurulamayacak eşsiz bir yeri var. Her birimiz o yeri aramalı ve başka birinin yerine göz dikmek yerine, orayı doldurmalıyız.
  2. Gerçekçi Hedefler Belirlemek: Kıyaslamalar genellikle idealize edilmiş, gerçeği yansıtmayan hayatlarla yapılıyor. Ancak birey, kendi gerçekliğine uygun hedefler belirleyerek bu kıyaslamalardan kaynaklanan hayal kırıklıklarını önleyebilir.
  3. Sosyal Medya Farkındalığı: Sosyal medyanın sunduğu “mükemmel yaşam” illüzyonunun farkında olmak, bu platformlarda geçirilen zamanı daha bilinçli bir hale getirebilir. Sosyal medya, başkalarının hayatını yaşamak yerine, ilham almak için kullanılabilir. Bunun için, takip edilen hesapların seçici bir şekilde belirlenmesi, yaşam amacımıza uygunluğunun süzgeçten geçirilmesi çok önemli.
  4. İçsel Motivasyon: Başkalarıyla kıyaslamanın ana sebeplerinden biri de dışsal motivasyon arayışı. Ancak birey, kendini geliştirme çabasını içsel motivasyonlarla desteklediğinde, dışarıya olan kör bağımlılığı azalır.

Öyle görünüyor ki, sosyal karşılaştırma, insanın kendini anlamlandırma ve çevresindeki dünyayı tanıma sürecinde önemli. Ancak bu süreç, aşırıya kaçtığında, doğru şekilde içsel bir süreçten geçirilmeden, işlenmeden hücreselleştirildiğinde bireyin kendine olan, hayata olan güvenini sarsabilir ve sürekli bir tatminsizlik hali yaratabilir. Farkındalık yaratarak, bu kıyaslama döngüsünden kurtulmak ve daha dengeli bir yaşam sürmek mümkün. Kendini kabul etmek, gerçekçi hedefler belirlemek ve içsel motivasyonla hareket etmek, bireyin bu döngüyü aşmasına yardımcı olabilir.

Bize verilen bu hayat çok değerli, dolayısıyla her birimizin sayılı yıllarını neye adadığı da! Üstelik hayat bir yarış değil, bir yolculuk hem de eşsiz bir yolculuk ve fırsat. Bu yolculukta her birimiz, kendi hızında ve kendi rotasında ilerliyor. Başkalarının rotalarına bakarak kendi yolunuzu kaybetmeyin zira onların gitmek istediği yer ile sizin gitmek istediğiniz yer aynı olmayabilir. Bunu anlamak için değerli hayatınızı tüketmeyi de beklemeyin ve yanlış kişilerden ilham alarak yolunuzu onların önemli saydıklarıyla döşeyerek, kendinizi, kendi yolunuzu inşa etmekten vazgeçmeyin… Öyle ya fırsatlar her an kapımızı çalmayacak, kapıyı her çalana da o kapılar defalarca açılmayacak!

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir