Sözcüklerin de yalnızlıkları, uzun iç çekişleri ve suskunlukları vardır.
Durup dururken sözcükler içini dökmez, gözyaşından bahsetmezler.
Bekletirler, haykırırlar, yanlış anlaşılırlar, küserler uzun süre; çok uzun bekler yüreğin onların eşiğinde.
Kaderi vardır sözcüklerin, unutulmak gibi vefasızlık edildiğinde ölüp giderler; bir daha asla gün ışığına çıkmazlar.
Sözcüklerden ruhuna bir elbise yapana kadar çilenin birçok makamından geçer insan.
Sözcüklerin iç sesleri, kokuları ve renkleri yüreğinin ovasında davetkar bir şölenle nasılda usul usul diğer sözcüklerle el ele tutuşup hakikatin kapısı olurlar
Anlam dünyamızın kapılarıdırlar. Onlarla bakarız hayata, onların penceresinden kendi içimizin bakışını üretene kadar ve bu dostluk ilişkisi büyük yalnızlıktır.
Sevincin, acının elleri gelip sözcüklerin yüreğini ılık nefesiyle okşamayana kadar tomurcuklanmıyor.
Başlangıcın o sonsuz sükuneti gibidir sözcükler.
Bir gecenin diline, şafağın aydınlık kokusuna, gölgenin serin rengine nasıl dönüşür çoğu zaman bilemezsiniz..
Oyunlar oynarlar belleğine ve yüreğine. Dalgalarıyla sersemletip bir deniz gibi fırlatıp atar gövdeni sahile.
Yalnızlık onları sevmekle başlıyor ve onların tanımsız yan yana gelme biçimleriyle.
Sözcükler öyle bir sessizliktir ki gözyaÅŸlarıyla gelir bir ezgiden sonra …
Bilmediğim bir sözcük gibiyim dağılıyor gövdem cümlenin başlangıcında…